O,söylenecek sözlerin bittiği yerdeydi. Bir uçurum kenarında... Ruhundaki kara deliklere girip çıkanlara hakim olamadan, yalnızlığın son damlasında bulmuştu kendisini. Ağlamaktan şişen gözleri çok şey ifade ediyordu aslında.
Şimdi karşısında duran tek adamda bırakıp gitmişti onu. Tek başınaydı. Uzun süre öylece kaldı. Nitekim telefonun çalmasıyla kendisine geldi. Fakat açmadı telefonu.
Tekrar yalnızlığın o nahoş etkisine büründü. Cehennem nehrinde akıyordu şimdi. Ses yok, iz yok, sevgi yok, bir tek kişi dahi yok. Yalnız yapayalnız... Yavaşça ayağa kalktı, aynaya doğru yürüdü. Durdu, acımasızlığın kralı, kendisine bakıp gülümsüyordu şimdi. Aynaya doğru bir adım daha attı. Artık daha net görüyordu. Yalnızlığı tozlu raflardan çıkıp, onu ziyarete gelmişti. Ve belkide hiç gitmeyecekti.
Sözler... Yüreğine mıh gibi saplanan sözler... Ağırlığı altında ezildiği sözler. İsyan edip, ağladığı sözler... "Seni sevmiyorum, sen kendi yalnızlığında ezilmeye mahkumsun." Kulaklarında çınlıyordu bu sözler.
Aynadak adam ona bakıp güldükçe,onun içi daha da acıyordu. Kanı çekiliyordu adeta. Üşüyordu. Ruhunu teslim ediyordu Azrail'e. Bir ara kendisine geldi. Etrafa baktı. Üstü başı kan içindeydi. Yalnızlığın, acının ve öfkenin etkisiyle elini kesmiş olmalıydı. Belki hafifler diye acısı.
Pencereden dışarı baktığında mutluluğu görüyordu. Ama o hazan mevsiminde sonbaharı yaşıyordu. Onun hayatında yapraklar sararıyor, birer birer yuvaları olan ağaçları terkediyorlardı. Ağaçlar, tıpkı onun gibi yalnızlığa mahkum ediliyordu.
Suskunluğunu bozma vakti gelmişti.
O, artık susmayacaktı. Ya yeniden doğacaktı ya da kendini toprağın derin hüznüne bırakacaktı.
Şimdi seçme sırası.
Yeniden doğma vakti. Hayata yeniden bağlanma vakti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder