28 Ağustos 2012 Salı

ara sıra olur böyle şeyler

her şeyi zora sokma ihtimalinin olduğunu tüm yaşadıklarını karmaşaya sevk ettikten sonra farkına varırsın. bugünde yine bu sebepten arıza çıkarmışım dur bakayım listesine ooooo ben ne de çok şey yapmışım farkındalığına vardığında bir çok şeyi kaybetmek üzere olduğunu görürsün. ne onları tekrar kazanabilme umudun vardır ne de yaptıklarını değiştirebilme. sonuçta tüm bunları haketmiş biri olarak uykusuz gecelere hoşgeldin dersin. yine hangi güzelliği mahvedeceksin acaba diye düşünür durursun. ya da elindekiler seni ne zaman bırakıp gidecek diye debelenip durursun. öyle ya sen farkedene kadar onlar birçok şeyi sabırla karşılamışlar, olgunluk göstermeye çalışmışlardır. ancak sen onların bu iyi tavrına dair sınırı çoktan aşmışssın. güzel olan herşeyi berbat etmişsindir  ve geri de bıraktığın mutluluk izlerin mutsuzluk izlerinin altında ezilmiştir. oysa tüm bunları kötü biri olduğun için mi yaptın sen? yoksa içinde çözemediğin nice şeyin farkına yeni vardığın için nasıl baş etmen gerektiğini bilemedin mi? iki türlü de sen artık kredini doldurdun ve toparlamak için çok az şansın var. umarım o insanlar senin tahminden daha çok değer veriyorlardır sana. yoksa yandın umut edecek ışığın bile olmaz.

17 Ağustos 2012 Cuma

Seni Seviyorum- Kahraman Tazeoğlu


Olurda olmazsan buralarda
Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum
Uyumak, yüzyıllarca uyumak
İlla isim konulacaksa,
ben masal değil hayat demekten yanayım
Bu yolları yan yana yürümekten yanayım
Erguvanlar açmaya başladı,
Mavimi pembemi ayırt edemiyorum renkleri
Kokuna bir isim bulmaya çalışmaktanda vazgeçtim….
Geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp
Heyecanla dedikodu yapacağız
Sana kaçamadan anlatmam gereken aylar biriktirdim…
Biraz sessizlik olacak sonra
Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın
Ben konuşamaycağım karşında cümlelerim topallayacak
Ağır aksak kelimelerle soracağım sana
Nasılsın?
Nasılsın derken bile iyi olman için dualar ediyor olacağım
Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak
Hatta yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine bile inanacağız
Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek
İnsanların koşarak geçerken fark etmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek
Ve Bırakarak bu dünyanın tüm kandırmacalarını
Kendimize insanca bir yol çizeceğiz
Gelmek isteyen ardımıza düşecek
Gel…
Ama inan bencilce değil bu isteğim
Bir gün hiç gelmemeye karar verecek olursan
Gidersen bavulumu hazırladım…
Geçmişi koymadım içine
Adı geçmiş olan gelecekleri beraber yaşayalım diye
Gitme…
Seni şah damarıma sakladım
Adım atarsan yırtılır derim
Gitme
Ölürüm bir daha ayrılığı kaldıramam yüküm ağır
Susma….
Kelimelerin senin ayak izlerin
Nereye gittiğini bulamazsam ölürüm….
Nereye gidersen git şunu hiç unutma
Seni seviyorum…

Hani bir çocuğun sımsıkı sarılıp
bir bebeği öpüp koklaması var ya
o’sun işte sen
ben seni nasıl sevmem.

İşin kolayına kaçmaktır birinin uğruna ölmek. Seviyorsan, onun için yaşamalısın. Uğruna kavgalara girmelisin. Ölümlere gidip gelmelisin. Yeter ki karşında uğruna ölünmeye değecek kadar büyük seveceğin biri olsun...
Kahraman Tazeoğlu

9 Ağustos 2012 Perşembe

Bir Göç Var Rumeli'den


Bir özgürlük yolculuğuydu Rumeli’den başlayarak Türkiye ‘de son bulan. Kimileri içinse Türkiye’den başlayıp zorlu bir hayat yolculuğuna ortak olmaktı amaçları Rumeli’ye varabilmek olan. Hayat onlara 1923 mübadilleri ismini takmıştı, sadece 1923 te mi gelmişti onlar anavatanlarına 1768 te başlamıştı yıllar sürecek göç dalgası.
   Osmanlı Devleti’nden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan puslu bir yolculuktu bu. Kimi canlar savaşlar da, elleri silah tutamazken düşmanla girdikleri ansız çarpışmada yitip giderken kimi canlarda vatan bildikleri toprak kokusunu kendilerine marş ettikleri kim bilir kaç kuşak yetiştirdiği yuvalarından ayrılma zorunluluğu ile çıktıkları uzun ve acı yolda kaybetti hayatlarını, umutlarını, sevdalarını.
  Kimsesizlik sardı bedenlerini, yüreklerini sardı vatansızlık… Orada doğdular oysaki hayat oradaydı onlar için. Kimisi çiftçiydi, kimisi zanaatkâr, kimisi devlet memuru. Vatandı, topraklarıydı onların nefes aldıkları, ekin biçtikleri, kız aldıkları, evlat yetiştirdikleri. Belki uzaktılar anavatanlarına ama yine de huzurluydular. Savaşlar çıktı bir gün, kanlar sardı etraflarını diğer birçok insanımız gibi, canları gitti, cananları yitip gitti. Onlar farklı bir savaşın askerleriydiler, evlerinden zorunlu olarak göç etme savaşının. Günler süren gemi yolculuklarının, ayrı düşmelerin ailelerinden. Denize sevdiklerini atmak zorunda kaldıkları, iki avuç toprağa mezarı burada kardeşimin, anamın diyemedikleri… Onlar 1923 mübadilleri, açlıkla savaşan, vatansızlıkla baş eden, ömürlerinin sonlarına kadar bir gün geri döneceğiz mutlaka diye hayal kuranlar, annemin mezarı orada bense başka topraklarda deyip gözyaşı dökenler, onlar dilini bilmeden geldikleri Ege’de, Marmara’da, Karadeniz’de hor görülen, zorluk çekenler, onlar bizim köylümüz, onlar bizim Pomak adını verdiğimiz kardeşlerimiz…
   Her mübadil gibi onlarda çıktı uzun vapur yolculuklarına, kimisi akrabalarını bıraktı başka vapurda yolculuk etsin diye. Küçüktü çünkü vapurlar, eskiydi. Kimisini mübadele komisyonu ayrı yerlere yerleştirdi, bölündü aileler, kaç kuşaktır birbirinden ayrılmayan ana baba, kardeşler, belki ayrı düştü sevdalılar. Selanik’ten, Drama’ dan, Karacaova’ dan, Bulgaristan’dan başladı sonu belli olmayan bu mavi yolculuk. Şehir şehir gezdiler, bildikleri bir ortama denk gelene, kalacak ev bulana, uyum sağlayacakları, iş yapabilecekleri bir yer bulana kadar durmadı yolculukları. Bazıları içinse son durak Gelibolu’ydu. Yeni evleri bu küçük ama yüreği büyük, yaşanmışlığı çok olan bir sahil kasabasıydı. O kadar zorlu süreçlerden geçmişlerdi ki kendilerine yerleşim yeri olarak dağ yamacında, ova yamacında ulaşımı çokta kolay olmayan köyler seçmişlerdi: Değirmendüzü köyü,  Tayfur köyü, Bayramiç Köyü ve Yeniköy. Gelibolu’nun dört Pomak köyü. Ataları Kuman-Kıpçak Türkleri olan bu güzel insanlar Pomakça adı verilen Makedonca ve Bulgarca’ya benzerliği olan bir dili anadili olarak benimsemişlerdi. Geldikleri yerlerde konuştukları dil buydu ne de olsa, bırakılır mıydı kolayca. Vazgeçilir miydi alışkanlıklardan, süt böreğinden, tikvinikten, kapamadan hiç.
     Unutulur muydu hiç yüreklerde ki o yangın, sevdiklerini geride bırakmanın acısı, çekilen acılar. Onlar ki yardımseverliklerinden dolayı Pomagaç-Pomak ismini alan, Osmanlı Devleti döneminde anavatanlarına hiçbir şartta yardımlarını esirgemeyen, ama bugün acıları, kaybettikleri çokta hatırlamayan cefakar mübadiller, göçmenler. Sadece mübadil olmadı ki onlar Bulgar zulmünden de kaçtılar, dilleri yasaklandı, işkencelere maruz kaldılar. Onlar ki bir dönemin gözü yaşlı anneleri, kahırdan ölen insanları. Gönüllerine dokunabilirsek bu güzel insanların ne de mutlu eder biz Pomakları. Haydi, gelin gönül dostu olalım, bilelim bu ülkede bir de Pomakların olduğunu.   

16 Haziran 2012 Cumartesi

Baba Demek Can Demek


   Fırtınalı bir kasım sabahı tutmuş annemin doğum sancıları…  Gelibolu Hastanesi’nin henüz gelişmediği, tozun toprağa karıştığı zamanlar, tam 21 yıl öncesi. Annemin doğum sancılarının artmasıyla birlikte babamda taksiyi çağırmış, yetiştir bizi gemiye diyerek. Gemiye binilecek oradan Lâpseki’ye daha sonra Çanakkale’ye varılacaktı istikamet bu yöndeydi tam 21 yıl önce. Normal bir zamanda uzun gelmeyecek bu yol o gün babam için hayatının en uzun günü oldu; geminin kaptanı annemi görünce kalkmış haldeki gemiyi iskeleye yanaştırarak annemi aldı ve yoluna öyle devam etti. Babamın hayatının en uzun günü de o an başladı.        Evliliklerinin başından itibaren hayalini kurdukları çocuklarına kavuşmak için kalan sayılı dakikalar.. öylesine uzun, öylesine şaşkın, öylesine mutlu, öylesine endişeliydi ki… Refakatçi alınmayan hastane koridorlarında babam uzun saatler bekledi, bekledi. Sonra müjdeli haberi veren hemşireyle birlikte bir buket çiçek almış halde odamıza geldi, küçük gamzeli kızını gördü ve adımı daha o an koydu: Gamze
    Babam için geçmek bilmeyen saatler nihayetinde benim kucağına verilmem ile mutlu sona dönüştü; babam artık benim babam olmuştu, gün ışığı gibi doğduğum hayatına tam 21 yıldır ortak olmaya devam ediyorum. 21 yıl önce beni bir bebekken kucağına alan acemi bir babayken,  şimdi ise üniversite mezuniyetimi gururla bekleyen bir baba o.  Zaman öylesine hızlı aktı ki ben babamın elinden tutup onunla koşup oynayana kadar anneannelerimizin babaannelerimizin dediği “gelinlik kız” oldum.
    Babamı yıllar boyunca bizim için çalışırken gördüm hep, sabahları erken çıkar eve geç gelirdi. Kimi zaman çok yorgun olurdu, kimi zaman canı sıkkın. İşte öylesi anlarda anlardık ki babamı üzen bir şeyler olmuş çalıştığı yerde, onu üzen neyse bizde üzülürdük en az onun kadar. Nasıl üzülmem o benim babam! O benim kahramanım! O benim ilk aşkım!  O benim hayatımda yanıma eş olarak seçeceğim adamın benzemesini istediğim yegâne insan, tek insan.
   İlk kez denize onun omuzlarında girdiğimde üç yaşındaydım. Korkak, çelimsiz sarışın bir kız çocuğu. Başka bir çocuğun kolaylıkla dövebileceği o küçük kız babasının omuzlarında dünyayı fetheden bir sultan olurdu, babam var ya diğerleri kime neymiş! İlkokul birinci sınıfa başlarken dökülen dişlerimle ben babamın elinde yürürdüm okul bahçesine, bir yanımda annem. Babam öyle bir adamdı ki ben hiç hatırlamam okuldaki yapılan kutlamaları kaçırdığını, geçte olsa hep gelirdi beni izlemeye.
   Yıllar geçti küçük kızı yanından ayrılmak için yola çıktı, üç kişilik aile Ankara yollarına düştü. Küçük kızları üniversiteyi kazanmıştı ve yanlarından ayrılıyordu. Artık tek başına bir bireye dönüşecekti. Hiç istemedi babam küçük kızının yanından ayrılmasını, nasıl istesin küçük kızıydım ben onun… İlk kez ağladığını gördüm babamın, 18 yaşında küçük kızını Ankara’da tek başına bırakırken. İlk kez böylesine üzüldüğünü gördüm babamın ben, küçük kızına veda ederken dayanamayıp, gözlerinde süzülen yaşlarla.
    Ben babamın küçük, çelimsiz kızı, şimdi ondan kilometrelerce uzakta bu satırları yazıyorum. Babalar Günü’nde onun yanında dizinin dibinde olup, saçlarımı okşadığı o günlerin gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Çünkü baba demek can demek, baba demek aşk demek, baba demek fedakârlık demek. Tüm fedakar babalarımızın babalar günü kutlu olsun, sevgiyle kalın… 

24 Nisan 2012 Salı

aşk ile mantık

aşkın içinde mantık yoktur sevgili... en başından beri ilişkmizi altı harften oluşan şu "mantık" kelimesine uydurmaya çalıştın, uymaz sevgili. aşk ile mantık dost değil düşmandır çünkü. aşık olan hiç kimse yaptıklarını, yapacaklarını ve yapmış olduklarını hesaplayarak yapmaz, sadece yapar. aşkın büyüsüde buradadır zaten. düşünsene her hareketini mantık ile düşünerek yaptığında ne anlamı kalır ki yaşanılan ilişkinin,arkadaş olur çıkarsınız. birbirinize bakarken hissettiklerinizi planladığınızı, mutluluğunuzu sınırlandırdığınızı mantık ile ya da çektiğin acının mantıklı olup olmadığına karar vermeye çalıştığını düşünsene ne kadar sıkıcı olurdu. hayatın her alanında düşünerek adım atmak zorunda olduktan sonra bu özgürlüğü adım atabileceğin tek yeri çok sevdiğin aşkının kalbini neden mantık zehri ile doldurasın ki. bırak martıların nereye çırptıkları belli olmayan kanatları gibi pır pır etsin gönlün, bırak aşkın akışında debelen. gerekirse en doruğuna çık mutluluğun gerekirse acının dibine vur, kavga et. ama gönülden hissederek yap bunları akıllıca olup olmadığını ölçerek değil, aşk mantıkla dost değildir sevgili, dost etmeye çalışma onları. kapıl aşkın baş döndüren etkisine, yaşa ve gör sadece.

20 Nisan 2012 Cuma

Ağzımın Tadı

Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma, 
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum!

Oktay Rıfat Horozcu

Bazen



bazen korkuyorum seni sevgimle korkutmaktan,
bazen öylesine çok seviyorum ki seni söylemekten korkuyorum,
bazen öylesine öylesine acıyor ki derinden  kalbim, susup kalıyorum.
bazen öyle çok düşünüyorsun ki beni mutluluğum katlanıyor
bazen öyle kızıyorsun ki bana korkuyorum öfkenden
bazen öyle tatlı oluyorsun ki öpücüklere boğmak istiyorum seni
bazen öyle cevaplar veriyorsun ki beni sevmediğini düşünmeme yol açıyorsun
bazen öyle bir bakıyorsun ki bana,
tüm bazenler eriyor, geriye bir tek sen ve ben kalıyoruz...